Horozlu Ayna ve Ölüm

“HOROZLU AYNA VE ÖLÜM” ÜSTÜNE

 

Sevgili arkadaşım Şair Cevdet Karal’ın yayımlanan şiir kitabına bir ‘hoş geldin’ yazısıdır.

 

 

“Binlerce göz kapağının altında

Hiç kimsenin uykusu olmamanın sevinci

Yaşa ey saf çelişki…”     diyordu Rilke. Şair çelişkiyi yaşayandır. Çelişki ise

hayatı, varoluşu bize duyurandır. Zihnimizi dürtükler. Hayatın içinde ölümü, ölümün içinde

hayatı, sevincin içindeki gizli kederi, aşkın içindeki gizil düşmanlığı… Çoğu zaman dişi ve

dahası kadınsı bir duyarlılık şairi hayatın diyalektik dalgalarına kaynaklık eden çelişkileri

duymaya ve görmeye sürükler. Bu bir imtiyaz değil bir mahkûmiyettir.

“Annemin dölyatağında gizli bir okyanustum” ve “gövdemin enkazıyla sevişiyorum” gibi birçok dizede kendisini hissettiren çelişki “Şehvetli bir dua/gibi boşaldın/kasıklarından hayatın” dizelerinde yadırgatıcı bir yoğunluk kazanır. “Şehvetli bir dua”, “gövdesinin enkazıyla sevişen” şairin tensellikle tinselliğin kıyasıya çarpıştıkları bir arena olan ruhu ve bedeninin çektiği acıyı saklayan bir örtüdür.

Soyut ve somut şiir arasında hiyerarşik bir düzey farkının olduğunu düşünüyor değilim. Ancak sağlam bir alegorik yapının şiire katmanlı bir derinlik kazandıracağı düşünülebilir. Kitaptaki şiirler illa da bir sıfat koymak gerekirse “somut” şiirler. Bu şairin kişisel üslûbuna olduğu kadar okurun karşısına bir puslu perdenin ardında çıkmaya, loş ve belirsiz bir atmosferde gizlenmeye, kısacası makyaja gerek duymayan bir özgüvene de dayanıyor gibi görünmekte.

“Aşk yoksa saatler Bileklerde bir kalp gibi taşınmaz…” dizeleri somut, yalın ama güçlü ve özgün.

Bütünlüklü ve “kendine ait” bir şiir olan “sessiz arya”  Asaf Halet’in şiirlerindeki o ayrıksı tadı veriyor.

“öncesinde aşk yoksa/ölüm neye yarar” dizelerinde kitaptaki birçok şiirde içkin bulunan (ve kitabın adındaki üç kelimeden biri olarak kapağa yerleşen) ölüm ve özkıyım hakkındaki ikircikli duygu gizlenmektedir. Ölümü olumsuzlar gibi görünürken de olumlulayan bir anlam yükü…

Şiir tadını kaybetmeden tenselliğin yer yer fazla ön plana çıktığı duygusu uyandıran dizeler olmakla birlikte çoğunlukla ince, ölçülü bir sublimasyon çabası yarısaydam bir perdenin ardına dair hissedilen gizemli çekiciliğe yönlendiriyor tecessüs duygusunu. 8 şiirden oluşan “tenbeyaz” bölümünde bu “insani” tensellik en güçlü hissedilirken 19 şiirin yer aldığı “her aşktan önce yağmur var” da ise çeperi daraltılmış bir sublimasyon düzeneğinden geçmiş daha “pembe” şiirler bulunuyor.

Serbest vezinli şiirlerde de şiirden şiire değişen, dizelerin uzunluğu, kısalığı, vurgusu ve yer yer uyakların da katkısıyla oluşan bir iç ahenk ve müzikalite şiirin anlam ve duyuş bütünlüğünü tamamlar, şiire akışkanlık ve sürükleyicilik katar. Şiirin iç müzikalitesini göz ardı eden veya geri plana iten şiirlerde ise sıklıkla tesadüfen yan yana gelen ve birbirine zayıf bir benzerlik gösteren sesler acemice bir kafiye oluşturma çabası gibi algılanabilir. Bu ilk yapıtta

“aşklar ki birer ürpertidirler

bir göle düşen yapraklar gibi sessiz

ve zakkumlu bahçeler gibi çaresiz

başlar ve biterler”

gibi güçlü iç müzikalite ve ahenk taşıyan dizeler olmakla birlikte Cevdet’in şiirlerinde buna örnek gösterilebilecek şiirler ve dizeler seyrek olmayarak yer almaktadır; Söylendi-kalbi, öperdi-ürperti-keserdi, rengi-lekesi, ruha-hatıra, beni-resimleri… gibi. Bu durum kısmen şiirin bu yönüyle yeterince ilgilenilmemiş olmaktan kaynaklanıyor olabilir. Ancak kısmen de şiirin olumlu bir özelliğinin zorunlu bir uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır. Şairin kitabın başında (sanatı savunmak-S:8) yine arıtılmış bir ifadeyle ve nesir dizelerle dile getirdiği poetik tutumdan: “Şiir bir arınma çabasıdır. Eksile eksile varlık bulur. İdeal biçimine ulaştığında bir dua saflığındadır.” Şiir yüzündeki makyajdan arınmış ve üstündeki alımlı giysilerden soyunmuştur. Yer yer yadırgatıcı bir çıplaklıkla durur karşımızda.

8 güzel şiirin oluşturduğu “sörf yapan melekler” henüz üzerinde yeni bir aşkın ilk heyecanları tüten, içtenliğe yaslanan bir sağlamlık ve sadelikle yazılmış, 5 bölümden oluşmuş kitabın son bölümü. Aşk ve ilham hep bir aradaydı. Aşk ilhamı önceler mi? Aşkın kendisi de bir ilham değil midir?..

Bir kusur olarak addedilmemek kaydıyla kitabın bir diğer dikkati çeken yönü bireysel bir duyarlılığın hâkimiyeti. Toplumsal ve düşünsel süreçler daha az duyuruyor kendini. Şiirin illa da toplumcu, bireyci, somut, soyut vb. kalıplar içerisinde sınıflandırılması gerektiğini düşünmüyorum. Ancak bir birey olarak şair içinde yaşadığı çağdan, toplumsal yapıdan, toplumsal yapıyı belirleyen dinamiklerden ve bunların kendi aralarındaki etkileşiminden etkilenmeme imtiyazına sahip değildir. Eğer bunun izleri görülmüyorsa, bu süreçlerin duyarlılık alanına taşınmamış olmasıyla ilişkisi olduğu düşünülebilir. Ama belki daha çok (şairi yakından tanıyan biri olarak diyebilirim ki )bu ilk yapıttaki şiirlerin ortaya çıktığı dönemin özel koşulları bir duyarlılık önceliği oluşturmuş olabilir. Bu anlamda şimdiden sonraki şiirlerinde -şiir özü itibariyle benmerkezci olsa da- bir toplumsal duyarlılık ve düşünsel yoğunluk artışı beklenebilir. Bununla bir ideolojik bir katılığı, sabit bir düşünce çizgisini kastetmediğimi belirtmeliyim. Her arayış aktif bir düşünsel sürecin dışavurumudur.

Varoluşsal bir yalnızlığın kişiselleştirildiği “yokluk denizinin köpükleriydi/ ayrıldığımız kıyıda akşam” gibi birçok ifadeyi de hatırda tutarak “şiir arındıkça beşeriyet basamaklarını tırmanır, kendini mistik yaşantının sonsuzluğuna bırakır. Orada şair yoktur, şiir vardır” diyen şairin bu sözlerinin duygu çekirdeklerini ruhuna gömdüğünü ve zaman içinde diğer eserlerinin bahçelerinde şiirleşeceklerini düşünebiliriz.

Ve sen Cevdet,

Durgun denize taş attın.

Deniz taşını yutamasın…