MÜKEMMELİYETÇİ KİŞİLİKLER

 

                                                  MÜKEMMELİYETÇİ KİŞİLİKLER

 

Mükemmel olmakla mükemmeliyetçi olmak arasında çok büyük fark vardır. Mükemmel olmak daha doğrusu mükemmele daha yakın olmak demek mükemmel olmamaya karşı bir toleransı da içerir. Başkalarının ve kendimizin hatalarına ve eksiklerine karşı hoşgörülü olmayı ve sonuçta oluşan olumsuzluktan ders çıkararak daha olumlu sonuçlara varmayı, hataları ve eksikleri tekrarlamamak konusunda dikkatimizi geçmişten çok geleceğe çevirmeyi gerektirir.

Oysa mükemmeliyetçilik esnemez bir kuralcılık içinde, hata payını hiçbir zaman kabul etmek istemeyen katı bir hoşgörüsüzlüğü sonuç verir çoğu zaman. Mükemmeliyetçi insanlar sürekli etraflarını tedirgin etmelerinin yanında birçok zaman yaptıkları hatalardan dolayı kendilerini de affetmeyip sıkıntı çekerler. Ya da yaptıkları işi daha düzgün, daha hatasız yapabilmek için bazen o iş için gereken normal zamanın çok fazlasını harcayarak hem kendilerini bunaltırlar hem de iş performanslarını düşürürler. Aynı zaman süresinde yapabilecekleri birkaç iş yerine bir tek işi bitirmekle biteviye uğraşıp dururlar.

Temiz, titiz ve düzenli hanımlar birçok toplumda beğeniyle karşılanır ve çevreleri tarafından buna özendirilir. Evin dirlik ve düzenliği onlardan sorumludur. Bu, kadının erkekler kadar gündelik hayatla ve kamusal alanla haşir neşir olmadığı geleneksel toplumlarda daha da belirgindir.

Psikiyatrik bozukluk ya da hastalık olarak isimlendirilen pek çok durum aslında büyük çapta sosyal yapıdan, geleneklerden, dini inançlardan kısacası kültürel altyapıdan etkilenir. Bu nedenle de başka hiçbir tıp dalında olmayan bir altbilimdalı psikiyatrinin üst başlığı altında kendisine yer edinmeye çalışmaktadır: “Transkültürel psikiyatri”.

Bir başka deyişle safra kesesinde taş olan ya da karaciğerinde kist olan bir hastanın hastalığı dünyanın her tarafında ve her kültürde aynı sebeplerden kaynaklanır ve aynı sonuçları doğurur. Ancak hezeyanları ya da takıntıları(obsesyonları) olan bir psikiyatrik hastanın hezeyanları veya takıntıları içinde yaşadığı kültürden, yerel değer yargılarından, sosyal yapıdan büyük çapta etkilenir. Örneğin dindar bir insanın takıntısı aldığı abdestin veya kıldığı namazın tam ve eksiksiz olup olmadığı konusunda sürekli rahatsız edici bir şüphe olabilir. Bundan dolayı da bu kişi defalarca abdest alıp bir türlü rahat etmeyebilir veya namazını defalarca tekrarlayabilir.

Bütün bunları şunun için söylüyoruz: çevresi tarafından sürekli temizliği, titizliği, düzenliliği kabul gören ve beğeniyle karşılanan bir hanım ölçüyü kaçırdığını ve artık etrafına ve kendisine eziyet etmekte olduğunu çok geç anlayacaktır. Obsesif Kompulsif Bozukluk ya da Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu tanısı alabilecek pek çok kadın bizim toplumumuzda ‘temiz, titiz hanım’ diye özendirilebilmektedir. Peki, ölçü nedir? diye bir soru gelecektir hemen aklınıza…

Çevredekilerin uyarıları bu konuda dikkate alınması gereken bir ölçü sunarsa da daha kesin bir ölçüyü şöyle bulabilirsiniz: eğer kendi yaptıklarınızdan artık siz de rahatsız olmaya başlamışsanız ve istemediğiniz halde yapmadan edemediğinizi fark ediyor ve kontrolü gittikçe elinizden kaçırdığınızı hissediyorsanız işte orada kontrolü devralan hastalıktır. Temizlik ve titizlik eski deyimle ‘marazi’ yani ‘patolojik’ bir hal almış demektir.

Günde metreküplerce su harcayıp su faturası geldiğinde her seferinde kocasıyla kavga eden kadınlar, elleri sürekli temizlik yapmaktan veya sürekli sabunla yıkanmaktan aşınmış, soluklaşmış, nasır bağlamış hanımlar, tuvaletten çıkınca yarım saat ellerini yıkamakla uğraşanlar, banyoya girince bir türlü temizlenemeyip, daha doğrusu temizlenemediğini düşünüp saatlerce içeride kalanlar, bir misafir gelip gittikten sonra bütün evi yeni baştan temizleyenler, misafirin oturduğu ve gezindiği yerleri dikkatle izleyip o gittikten sonra nereleri temizleyeceğini hesaplamaya çalışanlar, eli dokunduğunda kirlendi duygusuna kapılarak hem elini, hem o eşyayı yıkayan hanımlar hep bu kapsam içinde değerlendirilebilir.

Söz  ‘ölçü’ den açılmışken bu konuda birkaç şey daha söylenebilir. Niceliksel değerler belli bir sınırı aştıkları zaman niteliksel bir değişime uğrarlar. Bu şu demektir: cömertlik olumlu bir meziyettir ve herkes tarafından olumlu kabul edilir ancak aşırıya kaçtığı zaman artık cömertlikten değil savurganlıktan bahsedilir. Aşırı açık sözlü olmak patavatsız, aşırı tutumlu olmak cimri, aşırı cesur olmak ihtiyatsız olmakla aynılaşır. Her sıfat için iki uçta aşırılıktan söz etmek gerekir: ifrat ve tefrit.

Yaşayan dili gittikçe yoksullaştıran bir eğilimle dışlanan bu iki sözcüğün yerini ne yazık ki öztürkçe olarak kısıtlanmış dil çerçevesi içinde karşılayan kelime bulunmamaktadır. Aslında tam da burada da bir ifrat ve tefrit söz konusudur; bir yanda güncel karşılığı varken bir kutsallık taşıyormuş gibi ısrarla eski kelimeleri kullananların ifratı, diğer yanda güncel bir karşılığı olmamasına rağmen eski diye bazı sözcüklerin kullanımından kaçınanların tefriti… Niyetim dil konusunda söylev vermek değil ancak bu iki sözcüğün anlatmaya çalıştığım konunun can damarını içinde taşıyor olması nedeniyle bir cümleyle parantez açmaya mecbur kaldım.

“İfrat” sözcüğü, olması gerekenden çok daha fazlasını ifade eder. Vur deyince öldürenler ve yukarıda bahsettiğimiz hanımlar bu guruba girer. “Tefrit” ise olması gerekenden çok daha azını ifade eder. Sayısal eksende negatif uçtaki aşırılığa karşılık gelir. Kıs deyince kesenler, gevşet deyince bırakanlar bu guruba girer. Bu iki aşırı ucun orta noktası ise “itidal”dir. Bu, bir başka deyişle optimal düzeyi ifade eder. İhtiyatsızlık ifrata, korkaklık tefrite, ihtiyat ve cesaret ise itidale karşılık gelir.

Temizlik konusunda da kirli, pasaklı olmak tefrit yönünde bir aşırılığa denk düştüğü gibi başkalarını ve kişinin kendisini rahatsız edecek düzeydeki bir temizlik saplantısı da ifrat yönündeki bir aşırılığa karşılık gelir.

Ancak biz insanlar yüzlerimiz ve görünüşlerimizdeki farklılıklar kadar ruhsal yapılarımızda da farklılıklar taşıyoruz. Yüzümüz ve sesimizle olduğu gibi taşıdığımız ruhsal kompozisyonla da biriciğizdir. Kimimiz biraz daha cesur, kimimiz biraz daha vurdumduymaz, kimimiz daha tutumlu veya daha titizizdir. Her zaman ve her konuda optimal olmamız kolay olmadığı gibi imkânsız da değil. Bunu başarabilmek için ise kendimize sık sık müdahale edebilecek bir ihtiyatlılık ve uyanıklık içinde özdenetimde bulunmamız gerekir. Bunun için de neyin aşırı neyin ölçülü, neyin ifrat, neyin tefrit olduğunu sık sık yeniden sorgulamamız gerekir.

Zira duygularımızın ve davranışlarımızın arkasında hemen her zaman farkında olduğumuz veya olmadığımız düşüncelerimiz vardır. Duygularımızı ve davranışlarımızı değiştirmemizin yolu çoğu zaman düşüncelerimizi değiştirmekten geçer. Bunun için de öncelikle gereken “olan”ile “olması gereken” arasındaki farkın ayırdında olmamızdır.

Burada atlanmadan söylenmesi gereken bir husus da şudur: kişiliğimizin ve karakterimizin bir parçası olan bazı zararsız ve ılımlı eğilimleri ısrarla üzerimizden atmaya çalışmak değil kastettiğim. Zira hiçbirimiz yapay bir mükemmelliğe ulaşamayız.

Aslında farklı kişiliklerin, karakterlerin, farklı kişisel eğilimlerin var olması unutmamamız gerekir ki varoluşa zenginlik katan ve hayata rengini ve coşkusunu veren bir gerekliliktir. Yoksa hayat birbirinin tıpkısı olan yığınla tek tip insanın yaşadığı adeta robotlardan oluşan katı, esnemez, belirlenmiş, donuk, renksiz bir hayat olacaktı. Ve belki çok önemli bir şey daha olacaktı; malzemesinin büyük çoğunluğunu insanların hatalarından ve eksiklerinden alan mizah olmayacaktı.

Burada olması gereken olarak önerdiğimiz kişilerin kişiliklerinden soyutlanmaları, farklılıklarını tek tip hale getirmeleri değil, patoloji sınırına varmış olan, kişinin hayatını ve birlikte yaşadıklarının hayatını zorlaştıran sorunlu özelliklerini fark edip sağlıklarını korumak için harekete geçmeleridir.

“Çok titiz” ve “temizlik düşkünü” hanımlar eğer çevreleri tarafından gelen uyarı ve eleştirilere karşı ısrarla direniyorlarsa konuyu profesyonel bir uzmanın danışmanlığında yeniden değerlendirmelerinde yarar olacaktır. Eğer bu eleştiriler, hoşnutsuzluklar ve yakınmalar bizzat kişinin kendisi tarafından dile getiriliyorsa o zaman bu değerlendirmenin acele olmasında da yarar olacaktır.